Bazen yavaşlayan ve hızlanan zamana inatla. Yaşamak.
Geçip giden unutulmaz. Yaşanan aşklar unutulur, hikayesi unutulmaz. Unutmamak için severiz demiş, sokak delisinin biri. Ben değil. Ama deliler haklıdır be ya! Detayların çoğunu silebilirsiniz de… Yapılması gerektiği gibi. Saklamak istediğiniz kadarını saklar, atmak istediğiniz kadarını atarsınız. Olması gerektiği gibi. Çünkü farklı değildir, çünkü aynıdır. Ruha anlam katanın ne olduğunu unuttuğunuz an, vicdanınız da bir işe yaramaz.
İçimizdeki yaralanmalar sonucu oluşan izler de geçmez. Geçmiş gibi yapabiliriz. Bulunduğumuz anın dışında, içeriz, sarhoş oluruz. Bazen. Şarkı söyleriz salonun ortasında, dans ederiz, deliler gibi sarmaş dolaş sevişe de biliriz. Neden yalnız kalsın ki bu kadar yalnız insan. Ama. Ama artık eskisi gibi olmadığını da hissederiz. Ellerimizi bırakmaya güvenmemiz gerekli. Sonsuzluğa güvendiğim kadar elleri bırakmaya da güveniyorum.
Tuhaf olmayan ne kaldı. Herkes başardığını sandıkça biraz daha üzülmüyor mu? Ben de sizin gibi böyle anlarda gülümsüyorum. Mutluyum. Çoğu zaman kendimle barışık yürüyorum sahilde hâlâ. Şapkalı hâlâ’ları seviyorum. Sonra bir şeyler içmek için tam da benim için uydurulmuş bir coffee shop’a giriyorum. Hand. Düşünüyorum orada. Yalnız başıma Americano’mu yudumluyorum. Küçük sandviçleri de bir harika dostum. Bazen bir arkadaşımla, bazen kendimle. Bir şarkı dinliyorum, Glen Hansard. Yalnızlığa alışkınım, kendimi tanımadığım insanlara alıştırmaya çalışıyorum. Sanırım artık başarıyorum da… Gülümsüyorum, eski güzel çizgi-romanları karıştırıyorum, yenilerinden de alıyorum elbette. Bir kaç kitap taşıyorum yanımda, onlara göz gezdiriyorum. Yaşamdan yudumluyorum yavaş yavaş… yavaştan sarhoş oluyorum, sonra da hızlanıyorum. Yavaş yavaş geçip gidiyor insanlar, bir durak olmadığımı bir yolculuk olduğumu fark ediyorum, tam şu anda. Tam on sekiz sene önce konuşmaktan ve yazışmaktan zevk aldığım bir arkadaşım arıyor beni mesela. Ekliyor sonra, bir pikaptan güzel bir parça dinliyordum, aklıma geldin diyor. İşte bu benim için yeterli oluyor. En dipteyken. Bir dibinde dibi olduğunu görünce. Abartma, bu kadar diyor. Biraz abartmak istediğimi söylüyorum. Peki, diyor, ne istiyorsan onu yap. Gülümsüyorum. Onun çok başarılı olduğunu görmek beni çok mutlu ediyor. Kendim de kendi tarzımda kaybettim ve kazandım. Yazabilmek iyi hissettiriyor. Hemingway’in bir lafı vardır, hepimiz kırılmış insanlarız ve bu kırıklardan içeri ışık girer, bunun gibi bir şey, ışığı engelleyemezsin. Ne kadar karanlık olursa olsun. Seversen acıya katlanırsın – öyle ölümcül de değildir – sadece acıtır – bir süre, ağlayıp sızlanmak olmaz, öyle yapıyorum ben de yavaşça geçip gidiyorum, belki bunu anlıyorlar. Sonra hatırlıyorum, ölüp ölüp dirilmek, başkalarına ilham vermekle ilgili. Anlıyorum. En sonunda anlıyorum.
Hissettiğim kadar anlıyorum da… Vay be! Muhazzam.
Glen Hansard
Yavaşça Geçip Git
Geçip git sevgilim
Yavaşça geçip git
Seni beraberimde taşıyacağım
Nereye gidersem gideyim
Hiç bir yerim yok
Olmalıyım
Yürürken seni
Benimle yürür müsün?
Hiçbir yerim yok
Gitmeliyim
Yavaşça geçip git
Bu üzücü bir sabahtı
Ben keyifsiz hissediyordum
Bu üzücü bir sabahtı
Çünkü sen etrafta değildin
Seni yürüyeceğim
Bir Pazar gününün sabahı
Yavaşça geçip git
Geçip git
Öyle ben de sürüyorum
Keşke kendi başıma olmasaydım
E Street Radio’da patlayan Thunder Road
Ben sana geliyorum
Çok uzun zaman önce orada olacağım
Devam edebiliriz
Yavaşça
Glen Hansard
Roll On Slow
Roll on darling
Roll on slow
I’ll take you with me
Wherever I go
I got nowhere
That I’ve gotta be
Take you walking
Will you walk with me?
I got nowhere
I gotta go
Roll on slow
It was a sad old morning
I was feeling down
It was a sad old morning
‘Cause you weren’t around
I’ll take you walking
Into Sunday dawning
Roll on slow
Roll on
Well I’m riding
I wish I wasn’t on my own
Thunder Road blasting out on the E Street Radio
Well I’m coming to you
I’ll be there before too long
We can roll on
Slow